12 Aralık 2013 Perşembe

The Last Man of End Days

Eskiden herşey çok güzeldi. Çook çok eskiden. Daha ergenlik başlamamışken o çocukluğumuzdaki mükemmelliği bulamaz olduk.
Pişmanlık doldu hayatımız. Yaşamıyor gibiyiz. Sanki beynimize yüklenmiş gibi anılar, geçmiş sadece bir bilgi gibi. Geleceği düşünmekse kaçıp durduğumuz gerçek.
En başta zamanı algılayamıyoruz.
Saati dakikayı hepimiz biliyoruz ama,
Çiçek kopartan bir gencin elindeki
Çiçeğin yaşamının bittiğini kavrayamıyoruz.
O anda çiçeğin kendisi de, genç de
Sen de ben de ne zaman olacağını bilmeden
Yada üstüne bastığın böceklerin.
Yada her gün doğup ölen güneşin,
Ağaçların yapraklarının, kelebeklerin,
7 milyar insandan her saniye ölenlerin!
Bize sorsanız hiç kimseyi sevmiyoruz.
Tekrar sorsanız birileriyle paylaşmak birilerini yönetmek istiyoruz.
Ama tekrar sorarsanız tüm insanlık ölse de umurumuzda olmaz.
Bir dengesizlik içinde yürüyor, kimi zaman maalesef kimi zaman da
Kendimizi sadece kendimizin yönettiğini düşünüyoruz.
Sadece kendimize hesap verdiğimizi,
Sadece kendimize hesap vermek zorunda olduğumuzu düşünüyoruz.
Her ne kadar diller Allah'ı zikretse de...
Yüreklerimize soksalar güneşi,
O bile çözemez oradaki karanlığı
Doğruyu bilip yanlışı yapıyoruz. Doğruyu isteyip yanlışı düşlüyoruz.
Biz 22 kişiyiz. 11'i lanetliyor, 33'e baş eğiyoruz.
Biz bir bedendeyiz. 11'e özeniyor, 33'ten de kopamıyoruz.
Son insanlarız. İnsanlığın son zamanlarında. Ve sonu bekliyoruz.
Sadece bekliyoruz, kılımızı kıpırdatmadan.

2 Aralık 2013 Pazartesi

Mesleki yazılar artık farklı blogda olucak

O blog'un adı da FREQ.
http://projectfrequency.blogspot.com.tr/

Evet, herşey çok karıştı ama zamanla unuturuz.
Pop şarkısı gibi oldu ama haydin eyvallah

25 Ekim 2013 Cuma

My Mind Is All Over The Place

Bu kendi düşünüp bulduğum uydurduğum bir şey. Başkaları benden önce bulmuş olabilir ama sigaralı balkon gecelerimde farkettim bunu.

Küçükken tek benim varolmam herşeyin tiyatro gibi etrafımda işlemesini düşünmem gibi. Truman Show'un tüm dünya versiyonu ve herşey benle yaratıcı arasında siz sadece benim testim araçları. Megalomanyak bir düşünce evet. 8'de buna bayağı inanır gibi bişiydim ben düşünün psikopatlığı.
 Uzun uzun yazamıcam tabi ama özünde olay şu: Aslında hiç birimiz hiç birimizi tanımıyoruz. Sadece onun hakkında gördüklerimiz ve bildiklerimiz o kişiyi o kişi kılıyor. Ve o gördüklerimiz de aslında beynimizde olanlar. Mesela çok güzel bir kız olan Ece'yi gören Ali arkadaşımızı ele alalım. Ece her ne kadar çekilmez şirret iğrenç bişi olsa da Ali, Ece güzel bir kız olduğu için onları görmez Ece ona o huylarını gösterse bile. Ali'nin gözünde Ece güzel, iyi ve evlenilecek bir kızdır. Aslında Ece öyle değildir ama Ali'nin beyninde Ece böyledir. Aslında Ali Ece'yi tanımıyordur, sadece kafasında Ece hakkında düşüncelerden oluşan bir Ece vardır ve o Ece budur.

Ve kişilik analinizini iyi yapma dediğimiz şeyler bir kişiyi ne kadar iyi algıladığınızla ilgili. Tabi burada algıyı da anlatmak gerekiyor ama çok uzayacağı için başka bir zamana aktarıyorum onu. Ve önyargı dediğimiz şey de( hem iyi hem kötü önyargı)  bir kişiyi görmemiz esnasında o kişiyi algılamadan öncesi kafamıza koyduğumuz, ondan beklediğimiz şeylerdir. Uzun sakallının direkt şeriatçı, bıyıklının ülkücü, kızıl saçlı kızın kaşar, evsizin kötü adam olması bu yüzdendir.

Bu felsefe sadece kişiler için değil cisimler için de geçerlidir. Manevi değer dediğimiz şey o cisme kafamızda yerleştirdiğimiz değerdir. Ve tüm dünyanın kafasına aynı şekilde yerleşmiş ve olduğundan çok farklı değer taşıyan bir şey var: Para dediğimiz kağıt parçası. Fallout yada Tazmanya Canavarı çizgifilmindeki gibi bu günden itibaren hepimizin kafasındaki değeri şişekapağına değiştirsek o geçicek para yerine.Parayı para yapan bizim ona verdiğimiz değer. En sevdiğimiz tshirtü en sevdiğimiz tshirt yapan şey bize en yakışan olması değil, en çok yakıştığını düşündüğümüz olması. Yani uzun lafın kısası hiç kimseyi tanıyamıyoruz ve hiç bir cisimle bile etkilenmeden yaşayamıyoruz. Beynimizi oralara buralara atıyoruz, anılar oluşturuyoruz, değerler önemler veriyoruz ve bunlar bizi mutlu/üzgün/hüzünlü/melankolik/şımarık/sinirli vs duygulara sokuyor. Ama herşeyi biz kendi kafamız içinde yapıyoruz. İşte bu My Mind Is All Over The Place düşüncesi.Neden türkçe bişi bulamadım diye soruyorsanız türkçe bişi bu kadar tarif etmiyordu. Adı bile kendisini açıklıyor aslında.

En önemli ve dikkat etmemiz gereken kısım yada bu felsefenin sonucu diyebileceğimiz kısım şu: My mind is all over the place bu yüzden dolayı kendimi tanımalıyım. Hiç kimse beni anlamıyor insanlar kötüğğğ höööö diyen emo aslında kendisini tanımıyordur ve kafasında insanlara hep yanlış yerden bakıyordur. Hayat bakış açımıza göre çok değişen bişi. Ve hayat aslında kafamızda olan bişi. İnsanın kendini tanıması ve kendini kullanmayı bilmesi bu yüzden çok önemli. Hayatın sen güzel olduğun kadar güzel. Renkler senin görebildiğin kadar rengarenk. Gerçekten de "Çok keramet var insanda".

Düşünmek

İnsanın insan oluşunun başlangıcı da sonu da düşünmek
Hayvandan ayıran o doğduğu an aklında olanlar
Ölümü de düşüncesinin bitmesi ve hesabın ona göre başlangıcı
İnsanın kendisine yapabileceği en güzel şey düşünmek
Ve belki de bırakabileceği en güzel şeyler düşünceleri

Ama ilimsiz düşünce, düşüncesiz akıl, akılsız iman olmaz.

20 Ekim 2013 Pazar

Ubisoft 'un Satış Stratejisi ve Assassin's Creed nasıl bu hale geldi?

Ubisoft'un görmüş bulunduğum bir stratejisi var. Diyelim ki Ubisoft tutulan bir oyun serisine sahip ve aynı türde yeni bir oyun serisine başlamak istiyor. Eski seriye eskisi bir "seri" olduğu için ortasından başlamak da kimse pek istemediğinden ona yeni oyuncu katamıyor, zaten yığınla o seride oyun verdiğinden yeni bişi bulamıyor ve seriden çıkması gerekiyor diyelim. Ubisoft bu eski seriyi öldürüyor resmen rezil ediyor, dandikleştiriyor ve millete nerede hey gidi eski X'ler dedirtiyor. Yeni oyun serimiz Y ise buna o kadar benzer yapıda olmasına rağmen anormal derecede geliştirilmiş, güzelleştirilmiş ve derinleşmiş halde bulunmakta. İşte X'in de "tadı kaçtı anam" derken millet Ubisoft Y'yi sürüyor. Marketing'i geliştirirmesi herşeyi sağlam olan Y, X'in eski oyunlarını arayan ama aradıklarını bulamayan oyuncu ekibini yine kendine ait olan Y oyununa yönlendiriyor. X'in kitlesini de alan Y, yeni marketing'le gelen oyuncuları da kendine katınca X'den daha fazla oyuncu kitlesiyle devam etmekte olucak olan bir oyun serisine dönüşüyor. Gerisi Y'yi büyük titizlik ve dikkatle geliştirme, yeni oyunlar ekleme ve Y'den daha iyi bir oyun serisi(Z) gelene kadar bu kitleyi koruma üzerine devam ediyor bu stratejisi. Yeni oyun serisi planlanıp programlanmışken ve yapım aşamasındayken Y serisinin başına X'e gelenler geliyor.

Ve şimdi size büyük bir aydınlatma yaşatıcam. Hazırmısınız?


TADAAAAAAAAAAAAAAAAA

CEVAP! ( ÜSTTEKİ YAZIYI OKUMADAN TIKLAMAYIN )

Ve gel gelelim Assassin's Creed nasıl bu hale geldi?

İnsanlar yeni şeyler ister. Nintendo Mario oyunlarıyla hala nasıl ayakta dersen BLACK MAGIC diye cevap veririm. Kim oynuyor bu oyunları bilmiyorum. Herhalde Mario oynamış ebeveynler "çocuk da tatsın bizim kültürü" diyerek alıyorlar. Ama bu tarz BLACK MAGIC istisnaları dışında insanlar gerçekten yeni şeyler ister. Prince Of Persia'nın tüm Assassin's Creed oyunları ve Watch Dogs yerine devam ettiğini düşünelim. Pek hoş olmuyor dimi? Hadi tek tek bu üçlüyü ele alalım.

Prince Of Persia zaten ömrünü hayli hayli doldurmuştu. Sands Of Time ile sanatsallık, Warrior Within ile "YEAAAH!!!", The Two Thrones ile de "end of trilogy bee" hissini yaşamıştık. Sonra çıkan oyunların nasıl olduklarını biliyoruz. Şansa ki Sands Of Time ergenlik önceme Warrior Within ergenliğimin zirvesine The Two Thrones da ergenliğimin toparlanışına denk geldi. Temalar bayağı uygundu yani. Dolayısıyla bayağı bir Prince Of Persia Fan'ıydım. Beşiktaş ÇARŞI! muhabbetlerine girmiyor kenardan siz bir de Prince Of Persia'yı görün diyordum. Sonra nolduysa bu fanlık geçti yok oldu azaldı ve en sonunda hey gidi demek dışında yapabileceğim bişi kalmadı.

Assassin's Creed'e başladım ve bunu niye Prince Of Persia oyunu yapmadılar ki bunları yapabiliyorlarsa rahatlıkla devam edebilirlerdi dedim. Sonra anladım Ubisoft'un stratejisini, önceki seriyi düşürüp yeni seriye eski oyuncuları aktarma ve yeni oyuncular da kazanma taktiğini. Yıllarca emin değildim ta ki Watch Dogs'a kadar.

Bu taktiği yapmalarının ana olarak bir kaç nedeni var. Aslında her ne kadar oyuncu gözünden zalim ve para düşkünü bişi yapıyorlar gibi dursalar da iyi yapıyorlar. Assassin's Creed başlıklı olduğu için bu yazımız Assassin's Creed'den örnek verelim.

Assassin's Creed'de farkettiyseniz ilk oyunda "Animus ney lağ, çok gereksiz abi" kafasında başlamıştık ve sonunda ana senaryonun Altair abimiz değil, Animus olduğunu ve Animus olayının tam olarak ne olduğunu anlayıp hani bu seri daha neler yapar kafasına girmiştik. Animus'tu aslında Assassin's Creed'in senaryosunun gövdesi. Altair'se mükemmel bir yandaldı ve oyuncu yandal bu kadar güzellik sağladıysa ağaçta bütünüyle ne güzellikler vardır şeklinde düşünmeye başlamıştı. Herşey güzeldi; ta ki Animus hakkında yeni şeyler bulunamayıp 3. Oyundaki gibi Animus ile karakter hikayesinin önemlerinin yer değiştirmesine kadar. Assassin's Creed (ilk başta olan) özünde Animus ile ilgili öykü taşıyıp rastgele mükemmel karakterlerin hikayelerini de anlatan ve Animus'a bağlanan bir oyun iken artık Assassin's Creed(bu son dönemleri) rastgele mükemmel karakterlerin hikayelerini anlatan fakat Animus senaryosunun yükü tarafından bu anlatımların engellendiği bir oyun serisine dönüştü.

Random Assassins' Creed denilebilir şuanki oyunumuza. Bunun oluşmasının nedeni başta ilgi toplamak ve sıradışılık amacıyla Animus senaryosuna harcanan emeğin git gide karaktere harcanan emeğe kayması. Black Flag'da Animus olmasa da pek bişi değişmezdi çünkü Random Assassins' Creed oyunu olarak mükemmel bir korsan olma fırsatı sunulmuştu bize. ( Random Citizens daha güzel isim aslında.)

Tabi bu çıkarımı yaptıktan sonra bazı haberler bizi şaşırtacak. Mesela Patrice Desilets'in kovulması (kendisi Assassin's Creed serisinin ve henüz çıkmamış olan 1666 isimli oyunun yapımcısı), yada AC2 sonrası AC2'de yapımcı ekipten bir şahsiyetin AC'yi bırakıp Watch Dogs'un yapımına geçmesi (kimdi bu şahsiyet unuttum hatırlıyorsanız lütfen yorumlarda hatırlatın bana) vs vs...

Uzun lafın kısası AC serisi de artık PoP gibi kangren oldu ve yerini Watch Dogs alıcak. Tabi nasıl PoP un bu Sands of Time ile başlayıp devam eden trilogy'si sonrası sadece SATIŞ odaklı, PoP serisine pek bişi katmayı düşünmeyen yada onu yeniden yükseltmeyi önemsemeyen oyunlar çıktı, aha da aynısı AC'ye olucak. Hazır Watch Dogs için grafiksel gelişme varken AC IV'de de kullanıldı tamam. Peki bundan sonra? Daha AC'yi kurtarmayı çok önemsemeyen şirket bizi satış odaklı oyunlarıyla ne kadar sürede soğutcak bu seriden? Yada kaç oyun sürecek bu soğutma işlemi?


Bakın Watch Dogs da ertelendi en erken 2014 Nisan deniyor. Neden? Yetişmedi diye mi? Yoksa AC IV soğutma işlemi oyunu olmasına rağmen korsan teması ile çok satacağından dolayı mı? Müşterileri AC IV ve Watch Dogs arasında bölmemek için mi?  Watch Dogs'un çıkacağını öğrenip, trailerlarını izleyip "AC serisi de çok bozdu ben bundan devam edicem" diyen oyuncu, umutla beklediği Watch Dogs'una sayılı günler kala bu ertelenmeyi öğrendi; ve şuan "AC IV'ü de alayim bari Watch Dogs'u bekleyene kadar yine korsan oyunu ya iyidir" demekte.

Tabi böyle paldır küldür onuştuğuma bakmayın AC IV'ü de (korsan fantezim olmasa cidden oynamam ama KORSANLIK AAAABİİİ) Watch Dogs'u da it gibi oynayacağım. Saygılarımla.

19 Ekim 2013 Cumartesi

Oyun sektörünün ileride gireceği şekil yada Ütopyam

Bu gidişat 10, 20, 30 hatta 40 yıl bile sürebilir ama bence ulaşacağı noktanın ne olduğundan bahsedicem birazdan. Tabi buradaki bence şahsi görüşümü belli etmenin yanında bayağı %80-%90 oranını verdiğim bir durum. Gelecekten bu oranda bişinin doğru olduğunu ileri sürmek ve bu konuda uzman olmamak her ne kadar saçma olsa da, işte açıklıyorum.

Bahsettiğim noktada durum şu: EA games, Ubisoft, Activision-Blizzard oyun firmaları değil. Game Engine firmaları ve her oyun indie-game. Belirli kişiler tarafından bu büyük firmaların engine'leri ile yapılmış ve bu büyük firmaların marketing'i dahilinde dağıtılan oyunlar.

Her ne kadar ütopya yada uçuk bir şeymiş gibi dursa da indie-game'lerin bi anda çıkışı ve her yeri doldurması, büyük şirketlerin çok fazla yenilik ve yaratıcılık getirememesi derken ve teknoloji sektöründe ivmenin her zaman arttığını düşünürsek bu ütopya mümkün. Önce büyük oyun stüdyolarını ve şirketleri düşünelim. Game Dev Tycoon tarzı bir oyun oynadıysanız anlıyorsunuz ki şirketiniz ne kadar büyürse o kadar harcaması artıyor. Aylık 1 milyon dolar olacak kadar ve gerçekçi bir şekilde artıyor bu harcama. 1 milyon dolara pizza-kola almıyor şirket. Engine, çalışan maaşları, ARGE, marketing, dizayn ve teknolojiyi çalışanlara takip ettirmek için onlara verdiğiniz eğitimler falan derken bir bakmışsınız oyun başında "HOUAUAAOA ZENGİN OLDUM" diyip garajda yaptığınız 10 üzeri 10 alan oyununuzun satış parası, tüm şirket masa basında bişi yapmasa facebooka baksa bile harcanıyor. Bir de bir oyun yapmaya çalışıp o oyunu batırırsanız...

Her ne kadar bir oyundaki veriler üzerinden konuşmam saçma gelse de bu gerçekte de öyle. Neden CEO'lar bu kadar gergin para düşkünü ve sürekli "satın alın nolur" dercesine sahte gülümsemelerle çıkıyorlar piyasaya? Yada şirketler neden bu kadar "Sequel, Multiplayer, Badass DLC's!" şeklinde saçma hareketlere giriyorlar. Zaten şu sequel, multiplayer ve dlc olayı bayağı sıkıntılı bir halde şuan. Sektörün hepsi parayı kazanmak için bunları kullanıyor. Mortal Kombat'da combo bilmeyip aynı tuşlara basıp adam döven çocuklar gibiler. Bayağı ilginç bir durum ya düşününce, neyse...Kibrit kutusundan çıkarttığı kibritlermiş gibi kullanıp yanında çalışan Maxis, Bioware tarzı şirketleri uzaklara atan EA Games bu hareketleri yapmaya maalesef mecbur. Hele torrent crack vs. bu kadar ilerlemişken.

Bir yandan da Super Meat Boy gibi bir oyun yapıp 1,8 milyon dolar mı neydi (yan sekme açıp wikipediaya bakıp tam doğrusunu buraya yazamıcam aç öğren) o civarlarda para kıran Team Meat'e bak. Yada Minecraft'a. Don't Starve. Fez. Gone Home. Ve bunlar sektöre sıfırdan başlayıp sağlam tepki almış oyunlar. Koskoca dev şirketlerin arasında duranlar. Bu indie-game'ler yunan mitolojisindeki kahramanlar dev şirketler de titanlar. Titanları herkes bilir ama kahramanlar daha çok sevilir. O mantık.
 
Peki çulsuzluk içinden (Ubisoft'a falan göre çulsuzlar tabi) çıkarak bu kadar sağlam bir pozisyona nasıl geldiler? Çünkü oyuncuydular. Hiç bir indie-game yapılırken para derdiyle başlamaz. "Abi bir indie-game yapalım da tutsun milyonlar kazanırız yeeee" tarzı bir dialog olmaz çünkü indie-game'in tutma oranı o kadar düşük ki para derdinde olan birisi zaten başta bu riski göze almaz. Indie-game tasarlayan kişi başından beri "bu kadar yıllık oyuncuyum böyle oyun olsa çok hoşuma giderdi, belki millet sever" yada "benim oyunum olsa şöyle olurdu" tarzı duygu ve düşüncelerle işe başlar. Indie
Game The Movie'yi izleyen birisi sırf bunu dediklerinden ne zorluklara katlandıklarını da görürler. Ve bu şekilde oyun yapmak için, oyuncular için oyun üreten bir ekip "ay sonu geliyor 4M dolar nasıl ödeyeceğim" diye düşünen bir şirkete göre her zaman daha fazla tutulucaktır. Ve işler bu halde iyice ilerleyip bazı şirketler batmaya başladığında ayakta kalan şirketler (EA games kalır büyük ihtimal. Dünya yok olcak EA games uzayda devam edicek.") bir ders çıkartıp bu dediğimi yapıcaklar. Indie-Game üreticilerine Engine sağlayıp marketing yapmak. Büyük şirketler yaratıcılık sıkıntılarını giderirken indie game yapımcıları marketing ve sıfırdan kodlama dertlerinden kurtulucaklar. Teknolojiye yetişmek için low level kodlardan başlayarak bişiler üretmelerine gerek kalmayacak, çünkü update'lenen bir Activision-Blizzard Engine olucak. Ve bu büyük şirketlerin yanına Flash, Unity gibi zaten engine olan firmalar da katılıcak. Benim gibi bilgisayar mühendisleri de maalesef bu büyük şirketlerde engine geliştirmekle tüketicekler zamanlarını. Çünkü bu olay olduğunda Kadıköy'de Cafe sahibi olan ve canı sıkılan Burcu azcık bu işlerden anlıyorsa çok güzel bir cafe işletme oyunu yapabilecek yada 14 yaşındaki bilgisayar kurdu evladımız asker babasından öğrendiği bilgilerle mükemmel bir strateji oyunu geliştirebilecek. Tarih öğretmenimiz Mehmet Bey yeğeni Cem'i kitleyip ona tarihsel oyun yaptırtacak.

Ve bu kadar oyun fazlalığı varken tahmin edebileceğiniz gibi "bazı şirketler batıcak" derken bahsettiğim şirketler Casual Gaming şirketleri.Mesela Zynga Games. 20 yıl sonra heyt be Farmville vardı denilemeyecek çünkü aynısının mavisi ve daha güzel grafiklisi Farmerbille tarzı bişi olucak. Farmville asla hatırlanmayacak.Biz Syndicate'in ilk oyununu, X-Com Apocalypse'i Assassin's Creed II'yi heyt be diye anarken kimse Candy Crash'daki skorunu o kadar önemsemeyecek. Bunun nedeni Casual Gaming olması değil, Casual Gaming'in artık derinliğinin olmaması.

Super Meat Boy'un bir facebook oyunu olduğunu düşünün. Sadece düşünün. Yada Cart Life'ı, Papers Please! 'i. Düşünün ya bekliyorum ben.

Tamam? Yok biraz daha düşün.

Heh tamam. Anladın? Cart Life hatırlanırdı 20 yıl sonra da olsa. Heyt be denirdi.Papers Please!'de. Indie-game deki yaratıcılık başka hiç bir yerde kalmadı. Sorun bu. Kangren oldu artık sektör ve sektörü büyük değişimler bekliyor. Kolunu kesip kafasına mı dikerler naparlar ne şekillere girer artık bilmiyorum ama bence ne yaparsa yapsın sektör benim için bir tilki ve kürkçü dükkanı da bu yazıda anlattıklarım. Saygılarımla.

Dipnot: Farmville hatırlanmayacak derken tabi adı hatırlanır ama bir etkisi olmayacak. "Biri bizi gözetliyormusun'u hatırlıyormusun" "abi evet abi izlerdik" gibi bunun ötesi olmayacak. "Lan TSUBASA VARDI BE" "ULAN GENÇLİK!" yada "SULUGÖZ SAKIZ VARDI" tarzı bişi bırakmayacak. Hatırlanmadan kastım hani geçmişte olduğunun bilinilmesinden çok belirli duygularla ve mutlulukla yeniden hissedilmesi. Nostalji hissi bile vermeyecek. "Ne oynardık be" nin ötesine asla geçemicek. Prince Of Persia Sands Of Time dediğimde hissettikleriniz asla olmayacak. Yada Fez dediğimde. Onu bunu boşverin de photoshoptan resim yaptım hiçbir yazımda resim falan yok diye. Sırf sizin için.



13 Ekim 2013 Pazar

Ne haddime! bölümü hakkında

03 Ekim 2013 tarihinde kendime attığım mesaja göre tam o gün açmam gereken bölümün adı. Buraya haddime düşmeyen, hakkında uzmanlar kadar bilgim olmayan oyun sektörü hakkında da hayata dair de yani böyle burnumun bulunmadığı ve sokabileceğim ne kadar yer varsa soktuğum, bunlar hakkında yazı yazdığım bölümün adı. Burada siyaset de görebilirsiniz, müzik sektörüyle ilgili şeyler de herşey olabilir. Koca burnum nereye giriyorsa. İşte böyle bir bölüm burası. Haberiniz olsun ona göre okuyun.

17 Eylül 2013 Salı

Aslında açıcaksın gözlerini

ve bakıcaksın hayata o kocaman açılmış gözlerle. Bir köpeğin havlamasından tut, yoldaki kedinin sana bakışı ve en karmaşığı olan insanların sana davranışları...Hepsinin bir sebebi var.

Şu sıralar Fazıl Say'ın yalnızlık kederi adlı kitabını okuyorum. Okula gidip gelirken, okulda boş boş beklerken vakit geçirmek için. Neyse işte ben o kitabı okurken saygıdeğer hocalarımızdan biri bana çok güzel bir ders verdi sağolsun.

Kitabı gördü ve "Ooo Fazıl Say" edasıyla yaklaştı. Sonrasında da kitabın kapağına falan baktı inceledi dışarısını ama hiç açmadı. Zaten birisi "Oooooooo xxxxxxxxxx" dedikten sonra devamını getirmeden garip bir edayla bişiyi inceliyorsa pek o durumdan hoşnut değil ama bu hoşnut olmayışını gizliyor halinde oluyor genelde. Önyargı falan yapmıyorum her davranışa göre yada insanın algoritmasını çıkartmıyorum; zaten ne haddime. Ama genelde bu oluyor.

Vakit geçti yine hocanın odasındaydık, hoca kitabı bıraktığım masaya doğru gitti oturdu ve arkadaşın kitabı da vardı yanında ama o kitapla da hiç ilgilenmeden benim kitabı aldı öylesine yapıyormuş gibi biraz yakınına yaklaştırdı.Biraz vakit geçti sohbet arası öyle kitabı açtı ve baktı ne var içinde diye. Veee o mükemmel an. Fazıl Say'ın bu kitabında 2-3 bölüm vardır müzikle ilgili olmayan. Müzikle siyasetin olduğu bölümler vardı ama sadece siyaset olan bir Deniz Baykal'a mektup vardı bir de hocanın açtığı bölüm. Deniz Baykal'a mektupta da Deniz Bey biz size değil CHP çatısında toplanmak için oy veriyoruz, görevlerinizi düzgün yerine getiriniz; yok yapamayacaksınız gençlere yol veriniz. şeklinde bir yazı. Ötekisi direkt Darwin Sansürü isimli bir bölüm. Darwin'in güzel sakallı bir resmi de eşlik ediyor. İşte o an hocanın kitaba hoşnutsuzluğunu suratında gizleyemeyişini gördüm. Sonra düşündüm lan hoca kitapta o bölümü nasıl buldun? Ve sonra anladım zaten başından beri o böyle bir bölüm arıyordu. Sırf Fazıl Say'ın yazdığı bir kitap olduğu için. Uzun lafın kısası aradığını buldu.

"İnsan görmek istediğini görür" şeklinde bir düşünceye sevk etti bu beni, o düşüncede bir süre kaldım ve aynı gün içinde 2 kez daha bunu sağlamlaştıran örnek görünce de kabul ettim.

İnsan gerçekten böyle bir varlık. Şahsen gece balkonda sigara içmeye çıktığımda balkonun kenarına ben geldikten sonra konan karganın bile bana bişi anlatmak istediğini düşünürüm. Hatta kafamda hayvanları dublajlarım arada. Tabi her hayvan gördüğümde yapmam ama bazen kendiliğinden bir hayvanı bana insanlık hakkında ders verirken bulurum. Gayet de başarılı bir şekilde gerçekleştirirler bu işlerini.

Gerçekten hayvanlar bana ders vermeye tabi ki gönderilmez. Yada aniden esen bir rüzgar "doğru yoldasın" diye beni onaylamaz. Çünkü bunlar mantıklı gelmez. Ama mantıklı gelen şudur ki insan gerçekten görmek istediğini görür. Eğer bu değerli hocam (bana istemsiz de olsa çok güzel bir ders verdi, tabi ki değerli olucak) Fazıl Say'ın bu kitabına kafayı takmışken "bu Fazıl niye bu kadar suçlanıyor, yazık adama neler diyor acaba bunlar hakkında" deseydi çok güzel kısımlar bulabilecekti o kitapta. Ama aradığı o değildi. Görmek istediği önyargısının getirisiydi ve onu gördü. Ben de ters yöndeyken evrenden beni uyarmasını isterim, uyarırdığımı sanarım ama görmek istediğim odur. Sigara dumanından kaçan kedi "hala ne diye sigara içiyorsun manyak!?" demez bana sadece kokuyu sevmez ama benim için farklıdır bu. Habil ve Kabil'i bir de kargayı hatırla.

Bayağı eminim, insan görmek istediğini görmekte. Dinde de böyle. İnanmak isterse illa bir şekilde bir yolla inanır, Allah da yolunu açar. Madem biz böyleyiz herşeyi inceleyeceğiz, anlam çıkartmaya çalışacağız. Görmek istediğimizi görüyoruz sonuçta istediğimize kavuşacağız.

Nasıl olurdu dünya?

Bugün okulda derste başladım da düşünmeye...
Tamam anlatamam ama,
Başınıza gelmiştir illa sizinde?

Dedim ki normal kullandığımız sayı tabanı 10'lu taban olmasaydı nasıl olurdu dünya? Yada çarpım işleminde birer birer sola kaydırarak ve sonra toplayarak sonucu bulabileceğimizi kim nasıl keşfetti?Küçüklüğümdeki ağaç neden ağaç, evet neden evet olayını geçtim; geçmesine de neden böyle?

Arada sırada bir gün 24 saat değil de 12 saat olsa ve 1 dakika 60 saniye değil de 120 saniye olsa insanın daha verimli olacağını sürekli hareket eden sayıların dinamiğiyle şimdiki halimizden daha hızlı algılı varlıklar olacağını düşünmüştüm kendi kendime. Sonra dedim oğlum boşver bunları ama bu sayı tabanı olayı çok takıldı kafama. Düşünsene tüm dünyanın böyle işlediğini. Dediğim gibi anlatamam sana sen düşün sadece.

Neden 360 derece?
720 desek pi de farklı olurdu. Normal ölçü de bozulurdu.
Belki zaten bozuk farkında bile değiliz.
Peki ya neden 7 nota?

Kim lan bunlar? Nereden kim nasıl bu böyle olsun bence dedi de oldu?
Yada neye dayanarak bunu dedi?
Tamam saçma sapan bir şeye takılmışım gibi geliyor ama, neden?
Ve peki bunların hepsi insana en yararlı hallerinde, en mükemmel hallerinde olsa
nasıl olurdu dünya?

20 Ağustos 2013 Salı

Flash öldü mü? HTML5 denildiği kadar iddaalı mı? Unity'nin çaktırmadan yükselişi ne alemde?

 Şuan bilgisayar sektörünün oyun yapım kısmına odaklandığım için başlıktaki soruları da buna göre cevaplayacağım. Öncelikle bilmemiz gereken Flash'ın IOS ne derse desin hala çok fazla kullanıcısı olduğu ve şahsi görüşüm olarak (birçok kişinin görüşü de bu yönde) en iyi interaktif film yapımı ve 2D yapımı Flash sayesinde yapılmakta. Site tasarımlarında kullanılması eskisine oranla azalmış olsa da hala kullanıcılarının ondan beklediklerini karşılıyor hatta 3D'ye doğru ilerliyor.

Ve önceki yazıda belirttiğim gibi oyunlarda özellikle 2D'lerde ana satışı aksiyon, patlamalar efektlerden çok sanat yönü kazanıyor. Flash'ın da Adobe sağolsun sanat yönünde ne kadar başarılı olabileceği ortada. Tabi herşey yapımcıya bağlı.

Aslında Flash'ın ölmesi gerektiğini ilk savunan Apple olmuştu ve sistemi gereksiz yoruyor demesi yüzünden tartışmalar başlamış, Flash'a karşı bir önyargı oluşmuştu. Şuan sektörde sistemin gereksiz yorulması akla gelebilecek en son sorun çünkü teknoloji çok gelişti, sistemler güçlendi. Apple Flash'a bir de güvenlik sorunlarından dolayı çok laf geçirmiş, hiç bir zaman kullanmayacağız demişti fakat aynı güvenlik sorunlarına sahip HTML 5'i Apple niye bu kadar seviyor bilmiyoruz ama Flash açıcığını başka şeylerle kapatmayı çok güzel becerdiğini görebiliyoruz. Şık tasarımı, menüsü vs. Fakat Windows 8 ile çok hızlı bir şekilde yayılan sadelik ve kültlük Apple'ın köşeleri yuvarlaklı karelerini çok üzdü. Bu sadelik Web Tasarım sektöründe bile çok hızlı bir şekilde ilerledi ve yayıldı. Belki de modası geçmiş durumda olmak istemeyen Apple hala satış yapabilmek için HTML 5'i bu kadar benimsemiştir. Fakat şu noktadan sonra "Flash'lı iPhone!" diye bağııra bağıra satsalar bile iş işten geçti. Samsung, HTC ve Android Apple'ı ve IOS'u öldürdü. Fakat Apple'ın ölmesi çok uzun sürecek zira sırf elmasına tav olup ürünlerini satın alan bir şuursuz sürü olduğu için batışları ani ve hızlı şekilde olmayacak. Ve bu sürüdeki kişiler bile durumun farkında varıp Apple'ı yavaş yavaş bırakmaya başladıysa Apple'ın yaşamak için bir mucizeye ihtiyacı var.Flash'lı, HTML 5'li mükemmel bir iPhone bile bu hayata döndürme görevini başaramaz. Niye böyle bir başlıklı yazıda bunu bu kadar anlattım bilmiyorum ama işin özeti IOS pek umurumuzda olmayacak, Winston Churchill bile yaşlandığında huysuz dede gibi saçmalamaya başladıysa, ölüme yakın olan bir şirket de aynı şekilde saçmalayacaktır.Bu yüzden kâle almıyoruz.

HTML 5 hem kendi yaptığı işi geliştirmiş halde, hem de Flash'ın yaptığı işleri devralmaya başladı.Sanayi devriminden çıkmış emperyalist ingiltere gibi girdi sektöre (Bugün ingilizlere karşı bir sorunum var sanırsam.Ama cuk oturuyor örnekler ne yapabilirim?).  Ve dostu da çok olan HTML 5'i (tam ingiltere işte) sanki yıllardır bekleniliyormuş gibi bir anda kucaklandı IOS'un açıklamasından tutun, Youtube videolarının artık HTML 5 ile çalışmasına kadar. Cut The Rope HTML 5 ile yapılmıştı. Aslında HTML 5 tam olarak html + css + javascript'den oluşmakta. Ve yeni javascript API'leriyle (örneğin Box2D) ve üstüne de c/c++ desteği... Daha ne olsun!

Ama her büyüyen imparatorluk gibi HTML 5 bu şekilde yayılırken Flash anlaşılmayan şekilde kendini geliştiriyor ve kitlesini koruyor. Ve HTML 5'in bence en büyük hatası yayılma hızının, var olan sorunların çözülme hızından fazla olması. Bu şekilde devam ederse çok büyük, her yerde kullanılan fakat abidik gubidik birşey olarak karşımızda duracak(Tam ingiltere arkadaş!).

Ama HTML 5 ile oyun yapmak istiyorsanız (evet html ile oyun; ee javascript geldi anam) bu konuda HTML çok fazla destek sunuyor. Zynga Games'in facebook oyunlarımızı HTML 5'e çeviricez demesi, IOS'un Flash açığını kapatmak ve android'e karşı HTML 5 oyunlar ve uygulamalarla güçlenmek istemesi HTML 5'i önemli bir noktaya getiriyor evet ama HTML 5 bunu kaldırabilecek mi? Anlamadığım şekilde kendilerine çok fazla güveniyorlar fakat biriken sorunları görmüyorlar(Demiştim, ingiltere!). Hadi hayırlısı.

HTML 5 bu kadar destek almasına rağmen Flash hala web sitelerinin yaklaşık %80'ine hakimken (bunu duyunca ben de şaşırdım link ile kaynak göstericektim ama kaynağı kaybetmişim aferim bana, google ile araştırıp görebilirsiniz.) ve kendini geliştirip, sorunlarını çözmeye çalışırken HTML 5'e karşı her ne kadar reklamı edilmese de çok güzel bir şekilde duruyor. Belki de yaptığımız en büyük hata Flash'ı bir anda bitti öldü arkadaş diyerek kestirip atmaktı. Bu yazıda atıp tuttuğum Apple'ın ölmesi, HTML 5'in büyük ihtimal bu sorunlar yüzünden sağlam bodoslayacağı gibi iddaalarım belki tutmaz ama ben sigaradan 1 hafta içinde ölürüm, Flash'a yıllarca bişi olmaz. Torunumuz görücek Flash'ı söylüyorum bak şimdiden.

Ana çarpışma HTML 5 vs. Flash olduğu için Unity'den çok bahsetmedim ama sanılmasın ki Unity (telefona, web'e oyun-uygulama yapabilmesi yönünden bahsediyorum. Herşeye oyun yapılıyor Unity ile) gerilerde. Unity aralardan ilerliyişini ve yükselişini sürdürüyor hatta bana sorarsanız bedava versiyonunun GameMaker'dan daha güzel olması  ve CryEngine 3 ile UDK'dan daha çok tutorial'a, yardım ve destek imkanına ve kodlama örneklerine sahip olması bu sektörde büyük bir geleceğe sahip olduğunu gösteriyor. Bundan dolayı şu yaptığım karşılaştırmada o da bir yer hakediyor. Saçmaladıysam yada sürç-i lisan ettiysek affola. Yardımcı olabildiysem ne mutlu.


Flash
  • Sayısız internet üzerinden yada kitap olarak kaynak
  • Adobe'un her yıl yeni flash versiyonu yayınlaması piyasadan kopmayışı
  • Mobilde IOS yüzünden sıkıntı çekmesine rağmen Adobe kendisi flash plugin'ini öldürdü.
  • Paket halinde oluşturulduğundan kolaylıkla upload'lanabilip oynanabilir. Rar'a koy arkadaşına gönder, ister siteye koy arkadaşın oynasın Flash sonuçta yani biliyorsunuzdur.
  • SWF dosyaları IOS'un sürekli yüklendiği ve güvenliksiz diye ticaret adına milleti korkuttuğu kısım ama SWF dosyaları üzerinde artan güvenlik kodlamaları bu faktörü kaldırdı. Adobe bunu Apple kadar reklamla yayamıyor ama.
  • Para kazanma da sponsorluklarla ve reklamla kolaylıkla sağlanabiliyor. Oyununuz yayılsın para kazanmak sorun değil zaten. Flash'ta da güzel birşey yaparsanız çok rahat yayılır. (Çoğu facebook oyunu flash)
  • Flash Player 11 Stage3D'yi de duyurdu. Bu sayede "çok geliştiğim zaman oyun yapımında 3 boyuta geçmek istiyorum ama ekstra program öğrenmeme gerek kalmasın ona göre bir tane seçicem" diyorsanız Flash'tan korkmanıza artık gerek yok.
  • Adobe'un Photoshop'u ve Illustrator'ü sağolsun kodlama kısmında derine inmeseniz ve oynanışa da çok özen göstermemiş halde olsanız bile hikaye anlatışınız ve görselleriniz ile oyununuzu sanatsal ve oynanabilir bir hale getirebilirsiniz.

 HTML 5
  • Kodlamanın çilesini azaltmak için ellerinden geleni yapmalarına rağmen bence bir Unity yada Flash'a göre çileli. Tabi bu bana göre programlama dilleri arasında "şu daha iyi bu daha iyi" gibi tartışmalara girmeyelim renkler, zevkler ve kodlama şekilleri tartışılmaz lütfen hepsi kişiye özgüdür.
  • Browser upgrade'leri yapım aşamasındaki kodunuza zarar verebilir. Sonuçta web'le ilgili en basit sektörde, web tasarımda bile IE, Chrome, Firefox, Opera, Safari gibi yığınla browserların çokluğundan çektiğiniz yetmezmiş gibi üstüne bir de bunların güncellemeleri gelince bayağı bir sıkıntı artıyor. En çok ses kısmını etkiliyor ama HTML çok iddaalı ve bu konuda yardımlarını esirgemiyor.
  • Mobilde IOS HTML5'in potansiyelini ve performansını gördüğü için mobilde çok rahat ilerleyecek HTML 5 fakat çözünürlük olsun, en-boy oranı olsun bunları baştan düşünerek işe gireceksiniz.
  • Grafik ve ses ögeleri çalınmaya çok müsait. Ama flash gibi HTML 5'de bu konu üzerinde çalışıyor. Güvenlik kısmını Flash'la aynıymış gibi görebilirsiniz. (O zaman IOS neyin kafasında ki Flash'ı ezip HTML 5'i bu kadar istiyor? Arkadaneleroluyor? )
  • Reklamlarıyla gelişmesiyle sağlam bir şekilde sektörde ilerlediğinden sağda solda türkçe oyun yapım ders videoları bulunmasında bir güçlük yaşayacağınızı sanmıyorum. Kitapları falan her yere yayılır zaten. Yok ben kitap sevmiyorum, türkçe de çok derin anlatmıyor diyorsanız...
  • Zynga (hani şu facebookta hemen hemen her oyunun sahibi) HTML 5'in facebook oyunlarında gelişmesi için ciddi uğraşıyor. Çok geliştiğiniz zaman kimbilir belki Farmville'de anadolu buğdayı yetiştiririz sayenizde.
  • Stage3D 'de olduğu gibi OpenGL ile de 3 boyuta geçiş başlamış halde ama bir çok eksiği bulunmakta. Tam ekrana geçilemiyor, türkçeyle tam ifade edemeyeceğim (siz edebiliyormusunuz?Ne duruyorsunuz yorumlara yazın!)mouse capture'da da sorunlar yaşanmakta ama gözden kaçırdığım bir gelişme de olmuş olabilir.
Unity 
  •  Visual Editor'ü çok güzel olduğundan diğerlerine göre kodlamaya pek girmeden halledebilirsiniz. Kodlar arası boğulmanızı ve "hacı ben bunu saatlerdir yazıyorum da bu ne işe yarıcaktı?" demenizi önler.
  • Her ne kadar ben şahsen başlangıç için eğitim videosu bulamasam da başlangıç aşamasını geçtikten sonra çok fazla kod ve kullanım eğitimi bulunmakta. Ve başka hiç bir yerde görmediğim kadar Unity ekibi bu eğitime önem ve destek vermekte.
  • Mobil browser'larda Unity plugin'i bulunmamakta ama mobilin kendine ait app'leri şeklinde çalışma şeklinden dolayı buna ihtiyaç duymamakta. Xbox360'a Playstation'a bile oyun yapabiliyorsunuz şaşırtıcı şekilde. Hatta seri numaranız varsa Mac ve IOS'a bile.
  • Dosya yapısı olarak paket halinde olduğundan dolayı Flash'a benzemekte. Kongregate gibi sitelere rahatlıkla yükleyebilirsiniz.
  • Güvenlik sorusuna o bahsettiğim mükemmel destek ekibi cevap versin.  Link'e üşenenler için bilgilerinize erişilebilir ama zarar verilemez ve bu bilgiler sadece teknik bilgilerle sınırlı. Basit düzey hacker'lar zaten bu bilgilere ulaşamaz. Üst düzey de senin oyununu hacklese ne işe yarıcak, bankalarla uğraşsın o.
  •  3D desteği en çok unity'de bulunmakta. Zaten 2 boyutlu bir oyunu bile 3D ortamda yapıp kamera açısını ayarlayarak iki boyutlu gibi gösteriyorsunuz. Karışık geliyor kulağa beni de korkutmuştu ama çok basit dertlenmeyin.


Gördüğünüz gibi her birinin kendine ait özellikleri ve güzellikleri var. Bence girin sitelerine en güzel uygulamalara bakın ve ona göre karar verin. Çok değiştirebileceğiniz bir karar değil bu yüzden dikkatli bir şekilde seçim yapmanızı tavsiye ederim. Saygılarımla.



Oyun Yapımına Nasıl ve Nelerle Başlanır?

Türkiye'deki oyuncuların çoğu ciddi anlamda oyun yapmayı istiyor ve planlıyor. Fakat tam olarak nereden başlayacaklarını bilmiyorlar. Forumlarda gördüğüm yazılarda direkt "C++ öğrenmeye başla kardeş" gibi yazılar var ve kodlama çoğu insanı korkutup vazgeçiriyor. Bilgisayar Mühendislerinin çoğu da oyun sektöründe ilerlemeyi planlamıyor. Mevlüt Dinç'in İstanbul Üniversitesinde yaptığı açıklamada olduğu gibi Türkiye'de oyuncu kitlesi ve sermayesi çok fazla fakat oyun yapımcıları, oyuncu kitlesine oranla düşük seviyede. Türkiye'nin önünde oyun sektöründe ilerleme yönünde büyük bir potansiyel var.

Oyun yapımının nasıl olduğu hakkında hiç bir fikri olmayan arkadaşlarıma direkt "C++ başla kardeşim" demek istemiyorum çünkü kodlama genç arkadaşlarımız için göz korkutucu olabilir. Hoşunuza gidiyorsa doya doya ilerleyin fakat kodlamaya muhtaç kalınca kodlamayı öğrenmek bana daha mantıklı geliyor. Hatta kodlamadan mümkün olduğu kadar uzak olarak başlayın oyun yapımına, mecbur kaldığınız zaman zaten siz kendiniz yaptığınız projeleri yükseltmek için kodlama öğrenmek isteyeceksiniz.

Benim mantığımda oluşan bu oyun yapımında 2 seçeneceğiniz var: Ya mod yapımıyla başlayacaksınız işe, yada kendi küçük oyununuzu yapıcaksınız.

Oyuna güzel bir mod yapıldığında direkt reklam ve yayılma şansınızın olması, oyunun yapımcı şirketi tarafından görülebilmeniz ve yılan oyunu, tetris oyunu gibi birşey değil de tam olarak istediğiniz şekilde bir ürün sunabilmeniz mod yapımının iyi yanlarından. Fakat özgürlüklerinizin o oyunla kısıtlanması, eninde sonunda kendinizin sıfırdan oyun yapmayı öğrenmesinin gerekmesi, çoğu modların paralı engineler ile yapılabilmesi ve bir yapılmış bir modun her ne kadar mükemmel bir mod olsa da sıfırdan yapılmış orta seviyeli bir oyundan daha az prestijli ve eğitici olması da dezavantajlardan. Ama mod yapımı basittir tavsiye ederim. Skyrim çıkalı çok olmasına rağmen hala gamespot'un haftalık top 5 skyrim mod videoları çıkmaya devam ediyor ve anasayfada yayınlanıyor. Oraya çıkmayı başarırsanız sonrası çok kolay zaten.  Witcher'ın mod motoru RedKit Engine'i de çok fazla tavsiye ederim, o kadar güzel ki her aklıma geldiğinde keşke bir game engine olsaydı diyorum.

Fakat mod falan yok dalıcam kendi oyunuma diyorsanız CryEngine 3, Unreal Engine 3 yada 4, GameMaker ve Unity'i araştırmanızı tavsiye ederim.

Tabi bunlar dışında Flash, HTML5 yada sadece java gibi programlama dilleriyle de oyun yapılabilmekte. Detaylı şekilde araştırın ve kendi yolunuzu seçin, ilerleyin. C++'da C#'da MERHABA DUNYA yazıp 1-2 ay boyunca matematiksel işlemlerle uğraşıp daha oyuna başlayamamanın verdiği üzüntüyle herşeyi bırakıp bir kenara atmayın.

Ve indie game'in (Independent Game: Bağımsız oyun) gücünü küçümsemeyin. Steam'de yapabileceğiniz satışlardan tutun da newsground'a koyduğunuz oyunun beğenilip Microsoft tarafından tam bir oyun haline getirmenizi istemesi (Super Meat Boy'un çıkış hikayesi) çok uzak değil. Enes kardeşimin (kendisi benim bu sektörde başlangıcımı yaptıran insan olarak anılabilir) attığı bu linkten de basit indie game'lerle kurumsal bir kimlik kazanıp çok güzel şekilde şirketleşmiş bir örnek görebilirsiniz.


Tabi bunlar size basit geliyorsa ve daha derine girmek, yada zaten bildiğiniz şeyler var da arkadaşlarınızla ortak projelere atılmak istiyorsanız tüm oyun yapımı olayını size şu şekilde sunabilirim. Game Making in 3 Steps for Dummies...

  • İlk bilmeniz gereken oyun yapımında mühendislik ve sanatın iç içe olduğudur.
  • Programlamada kendinizi geliştirmiş, yazılım ve kodlama bilgisinin yanında matematik, geometri ve fizikte de iyi olmanız gerekmekte.
  • Sanat kısmında müziklerden tutun görsellere kadar uygulanan sanatın güzel oluşundan çok oyuna uygunluğuna bakarak karar vermeniz sonra güzelliğini dikkate almanız gerektiğini asla unutmayın. 2D yada 3D'den hangisinin oyuna güzel olacağını da karar vermenizi bu şekilde yapmanız gerekmektedir. 3D her zaman daha güzeldir diyerek yaptığınız mario/supermeatboy tarzı bir platform oyunu kötü kontroller, kamera ve bakış akışı sıkıntıları ve azıcık ucundan kaçırarak hatalı yöne atlama gibi sorunlar vereceğinden sadece herkesi uyuz eder.

13 Ağustos 2013 Salı

Erenköy Durağındaki Kedi

Trene binmeden gördüm yine
Erenköy durağındaki kediyi
İlk başta usulca yaklaştı bana
Sonra hemen koy verdi muhabbeti

Dedi ki siz ve uyuşuk tembel beyinleriniz
Popüler kültür esiri arkadaşlarınız
Ve kendi kafanızda uydurduğunuz inançlarınız

Dedi ki doğru ne varsa götürdünüz
Duygularınızı herşeyden sildiniz
İlmi uzak diyarlara gömdünüz

Dedi ki önce yandaş belirlediniz
Sonra kendinizi sevdirdiniz
İşinize gelmeyince hemen sildiniz

Dedi ki çocuklarınız aptal, gençleriniz suskun
büyükleriniz hayalperest, katilleriniz serbest
mazlumlar hapiste ve kendi kurduğunuz sistemle
kör hale gelmiş milletiniz, anca tren beklersiniz

Tam diyecektim ki "sana ne!", inceden bir bakış attı
"kediyim ben kedi, delirtmişler seni" dedi
Bindirdi trene, bir paket de sigara verdi
Sırtımı sıvazladı ve arkamdan el salladı

10 Mart 2012

Bekleyen

Ne sağ sol çatışması
Ne karı kız atışması
Ne namus belası
Ne koltuk kavgası
Ne de eş dost derdi
Huzur dolu ölümdür bizi bekleyen

02 Nisan 2012

Gönlüm

Düştü sonbahar istanbula
Düştü istanbul sonbahara
Sonbahar düştü gönlüme
Düştü istanbul gönlüme
Gönlüm düşmez istanbula

22 Eylül 2012

Ne diye döner ki şu dünya

Günler geçti üstümüzden
Neler kaybettik özümüzden

Sağanaklara bile tutulduk
Doğru yol umuduyla baş koyduk

Kim kim kaldık ki zaten eskilerden
kitaplar sararmış mazilerden

Farklı şeylerin yolunu tuttuk
Aşk ile varolduk aşka koştuk

Seslenir bize toprak ağaç
Rüzgar eser berilerden
Ne diye döner ki şu dünya...

Kargalar arasında bir serçe öter
Karanlıklar içinde bir ışık yanar

Gün gelir herşeye kavuşuruz
Ateşler içinde yol buluruz

Elbet bizden de bir gün adam olur
Engelleyense umut uykusudur

Kimseler tarafından aranız soruluruz
Kimbilir belki dosdoğru ile konuşuruz

Düşünceler uçar aklımda
Evde seccade varken
Ben ne arıyorum burada
Hala ruhum yaşarken


17 Kasım 2012

Anten

Biz kendi sistemimizin köpekleri
Biz makineleşmiş işçiler
Ne sokaklarda huzur kaldı
Ne de sokak müzisyenleri
Kendi ruhumuzu yokettik
Hayati kolaylaştıralım derken
Bir uykumuz kaldı elimizde
Bir de işe yaramaz bi anten

06 Nisan 2012

Hiç bu kadar

Bitmişti gece uyanmıştı alem
Ve kargalar aya bakmayı bırakmıştı
Hiç bu kadar sert olmamıştı kalem
Gündüz hiç bu kadar kararmamıştı

Hiç bu kadar zor olmamıştı yazmak
Banaydı şeytanlarla karanlık
Sense aydın beni aydınlatan
Sense gerçekliktin sevgiyi hatırlatan

Sen ne ararsın bu karanlıklarda
Nereden buldun da uydun şeytana
Hiç bu kadar siyah olmamıştı gece
Hiç bu kadar gürültülü değildi vesvese

Bıraktın geride ışıksızlıktan kör bir karga
Düşünmeden devam ederken sen baş koyduğun bu yola
Belki de karşılaşırız karanlıkta aynı ağaçta
Ve açarım kanatlarımı yine uçarım uzaklara

12 Ağustos 2013

Abasıyanık

Vapur geçer adaların önünden
İçindeki insanların gitceği yerleri umursamadan
Beklersin sahilde dalgaların monotonluğu geçsin diye

Kargalar güler bazen sana
Bazen motorlar azarlar seni
Sen yine de beklersin

Rüzgar dağıtır saçlarını
Sinirlenirsin ama yine de istersin
Aynı yalnızlığı istediğin gibi

Biz buyuz be azizim
Aynı olsak da tanışamayız
Yalnızlıktan yetimiz, konuşamayız

Cebimizde çakmak "ateşiniz var mı" sorusunu bekleyeceğiz
Yada olası adadaki sevgililerimizi hayal edeceğiz
Tamamen Sait Faik'in yaptığı gibi

Yada kendimiz olup kendimizce kucaklıyacağız yalnızlığı
Biz yaşamıyoruz azizim vakit geçiriyoruz
Mutlak yalnızlığımızı kucaklamak için doğuyoruz.

18 Temmuz 2011

Müzik

Madem ki sokaklar kimsenin değil
Nefes almak değil yaşam nefessizlik ölüm değil
Dolu dolu yaşamak çok zor
Ve bir adamın söylediği gibi
"Müzik dünyayı değiştirmek için
oyuncaklarımızdan sadece bir tanesi"

06 Mayıs 2012

11 Ağustos 2013 Pazar

Bilirmisin?

Bilirmisin sen ben geceleri dışarı çıkarım
Canım sıkılır bir sigara yakarım
Ayın ışığını ararım gülüşünü andırır diye
Bulursam da bulamazsam da sigaramı yakarım
Bilirsin sen kızarsın ama
Aptallık bende yine de yakarım
Kargalar bile güler halime
Mahallenin köpekleriyle konuşurum
Ee kedi kolay bulunmaz bu saatte
Belki de bulunur da ben bulamam
E sonuçta aptallık bende
Belki de tek mantıklı hareketim seni sevmek
Belki yok, gerçekten tek mantıklı hareketim seni sevmek
Nasıl başardım diye sorarım kendime, bulamam cevabını
Seni ararım ama yoksun yanımda, bulamam seni
Seni ararım gökyüzünde gülüşünü göreyim diye
Napıyorum ben derim yine bir sigara yakarım
Beklerim gelip de içme şunu salakmısın de diye
Ee tabi uyuyorsun sen
Nereden geliceksin de diyeceksin ohoo uzun iş
Ben yine yakarım ama bir tane
Diyorum ya aptalım ben
Ay da yok zaten bu gece
Gerçi daha demin baktım şerefsize nereye gitti bilmem
Neyse ben yine bir sigara daha yakim
Belki ateşte görürüm gözlerinin ışıltısını
Gözlerin gibi bahanem varken zor olur bırakmam
Sen gelirsen başka tabi
Ah bir gelsen ben yine yerim kafayı
Üzermiyim seni kırarmıyım seni diye düşünmekten
Yedik yedik geriye ne kaldı zaten
Gariban bir aptal oldum derdinden       
Hiç biri sorun değil de en büyük korkum
Sen de uyanıkmısın
Kızarmısın bana uzaktan içme şunu diye
Yoksa başkasını mı düşünürsün
Belki hiç sevmiyorsundur beni
Aptalın tekini kim sever zaten
Sevmiyorsan söyle aptal sevmiyorum seni de
Yormayalım birbirimizi boş yere
Yalnız kalırım yine çıkarım gece dışarı
Ay nerede diye gökyüzüne bakarım
Bulsam da bulamasam da bir sigara yakarım.

12 Mart 2013

Bir Anda

Karanlığın ıssızlığı ortasında
Duyulur ya ezan sesleri
Umutsuzluk kaplamışken bedeni
Bir anda için mutluluk dolar ya
Ve kardelen güneşe çıktığında
Ağaçlar rengarenk çiçek açtığında
Mazlum derdinden kurtulduğunda
Alim düşünceyi anladığında
Martı havada simidi kaptığında
Ve uzun zamandır denizde olan gemi
Sabır sonunda limanı gördüğünde
Ve elbet ki sen hatırıma geldiğinde
Bir anda olur ışıltı bir anda açar çiçekler
Bir anda güneş bir anda mutluluk
Bir anda liman bir anda ezan
Bir anda sen...

15 Haziran 2013

Sahnedeki Rolüm

Çocukluktan beri hep düşündüm gerçeği
Varmıydınız siz yoksa tiyatro mu oynanıyordu önümde
Kim ispat edebilir bana sizin varlığınızı
Bir ben varım, bir sınavım, bir yaratan
Siz de yaratanla benim aramdaki sınavımın parçaları
Dertlenirim Kargalar güler
Ben gülerim böcek konar
Çiçeğe bakarım rüzgar eser
Aşık olurum deli divane ruhun duymaz
Aşık olurum ölürüm içerde hüznümden
Siz yine işinize gidersiniz
Yine de konuşursunuz benle neşeli
Güneş yine doğar, dünyadaki kahpeliğe rağmen
Yok olmaz inanmam
Saatlerce dil döksen de inanmam
İnanırım ama kesin diyemem
Ben varım dersem de sen inanma
Ben de yokumdur aslında
Tüm dünyan Allah'la arandadır.
Bunu da sen gör diye yazmışımdır
Sırf sahnedeki rolüm bu olduğu için.

22/05/2013

Son Sigaram

Vay be sen de mi gelicektin başıma
Sonuncu sigaram
Ne günahlara girdik senle
Ne sevaplar işledik
Ne insanlarla tanıştık
Ne kızlar sevdik
Hatırlarmısın ilk nerede karşılaştık
Hatırlarmısın ne idim o zamanlar
Tamam görüşmezdik çok amma
Yine de bilirdik birbirimizi
Sonradan kaynadı kanımız
Sonradan ateşle ısındık
Hatırlarmısın o ilk zilliyi
Neler geçirirdi kimbilir aklından
Yada ötekisi o takıntı olan
Yada diğeri siması masumhane
Yada dertlisi yada bu ay tanesi
Hatırlarmısın ya dertlendiğimizi
Yıllarca uyuduğumuzu farkettiğimiz anı
Peki ya hatırlarmısın
Keyif için de karşılaştığımızı
Yazdığımızı çizdiğimizi
Besteleyip çaldığımızı
Hatırlarmısın beni sakinleştirini
Hatırlarmısın peki beni de
Sevdiklerim gibi öldürdüğünü
Şahsen hatırlamam, sen de hatırlama
Kusura bakma, sözüm var aya

Şeytanlar

Yeşiller kırmızılar turuncular maviler
Gece gündüz sürekli kafamın içindeler
Küçücükler sinsiler insanlar kadınlar
Ardımı boş bırakmadan peşimdeler

Akılları çelmeye habaset seslenilir.
Aşk-ı hakikiye nasıl hayır denilir?
Bilseler habaise neler feda edilir?
Teslim olmadan gözler neler görebilir?

Rüyalarımda hayatımda bakarlar uzaklardan
İlerlenilemez oldu sinsi tuzaklardan
Kendi ateşleriyle kendilerini yakıyorlar
Yakından uzaktan yüzlercesi bakıyorlar

12 Haziran 2013

Toprakla Havva

Güneşle ay, ateşle su, toprak ile hava
Fakirle zengin, geceyle gündüz, Adem ile havva
İşte böyle tamamlardık birbirimizi
Aklımda bir bunlar olurdu bir de ikimiz
Ama bir haller oldu şu sıralar bana
Neden bilmem aklım hep papatyalarda
Aşkımızın bekçisi, sevgimizin resmi onlar
Birbirimize kavuşmuş halimizi saklarlar
Nasıl olabilir diye çok düşündüm ama bulamadım.
Güzelliği gördüğüm herşeyde aradım
Hiç bişi bulamadım senin yaratılışın gibi
Hiç düşünemedim senden başka bişi
Ben mi? Ben ise kenarda köşede bir labada
Kim dikkat eder de bakar ki ona
Baksan da kurtulaman yaksan da
Kendi ömrü bitmeden zorla kavuşmaz sona
E peki nereden geldi bu papatyalar
Belki de halimi bir onlar anlar
Ama yavaş yavaş solarlar zaman geçtikçe
Hiç uyumazlar düşünürler bizi her gece
Bir gün solarlar bir ay açarlar
Bir ay açarlar bir yıl uyurlar
Uyanıp son bir çare direnirler
Fakat aşk gibi onlar da elbet ölürler

24/05/2013

Yıldızlardan Yıldızlara

Hey gidi çirkin karga
Düşermiydin bu hallere
Aşık mı olucaktın sen de
Dalacakmıydın rüyalara

Sen de mi kıskanacaktın
Gözlerinle onu ararken
Ve o başkasına bakarken
Sen de mi kararıcaktın

Hey gidi çirkin karga
Nasıl aşık olursun ki aya
Sızlarmıydı kalp denen kayan
Yek ilacınsa hala sigaran

Sen de mi tıkanıp kalıcaktın
Birden bire umutla dolucaktın
Loş odanın mum ışığı gibi
Ona bağlılıkla sahip çıkacaktın

Güneşe geceyi perde kılmışlar
Unutulmasın diye ayı koymuşlar
Yanaşsan aya güneşi bulabilirmisin
Doğruyu bulup ona söyleyebilirmisin

Sen de sekersin yıldızdan yıldıza
Sonu gelmez bir yol içindesin
Hepsi yok olsa, gün doğsa
Bulutlara yıldız diyebilirmisin?

Başka nerede bulabilirsin o gözlerin ışıltısını
Yada manasız boş bakışların saflığını
Ay gibi parlayan yüzün güzelliğinden
Sen de mi kendini alamazsın

Hey gidi çirkin karga
Senle ben dostuz karanlıklara
Başka nerede buluruz bu kadar rengi
Yada o müthiş gülümsemeyi

Sen de mi bilmezsin o ne haldedir
Belki de o apayrı bir sevdadadır
Yada gerçekten de o senin yarindir
Ve beklersin cevap yarındadır.

Hey gidi çirkin karga
Yine kaldı herşey zamana
Belki ikimiz de kana kana
İnanıyoruz büyük bir yalana

Sen de mi şaşıracaktın bu duruma
Sen bana benzersin kız aya
Nasıl uçar karga kızın yanına
İnandıramazsın bile varlığına

Hey gidi çirkin karga
Yalnız biz biliriz bu aşkı
Ne kadar ansak da adını
Uzaklardan bakarız ona

04 Temmuz 2013

Elbet

Elbet kavuşuruz bir gün dosdoğruya
Elbet ayrışır bir gün iyiyle kötü
Ulaşır şanımız doğudan batıya
Ebette borcunu elbet öder kötü

Elbet yaşar büyür düşünür dövüşür
Elbet düşer bu yolda yığınla kardeş
Elbet bu kaos huzura da dönüşür
Zaten doğabilmek için batar güneş

3 Haziran 2013